“Emin misin? Gerçekten onu takip mi edeceksin? Theron! Beni dinliyor musun!? Hey!” Yine yurt evine gelmiştik, Heather, ben ve Aidan birlikte oturuyorduk. Çocuklar ve Eva teyze çoktan uyumuştu. “Evet, takip edeceğim. O piçe güvenmiyorum, tamam mı? Heather haklı, şüpheleniyorsam bu şüpheleri gidermem lazım.”

“Keşke sana en başında bunu söylemeseydim.” Heather sessizce sigarasını içiyordu. “Şimdi neden bir anda böyle diyorsun? Kendin en başında söyledin, fikrin mi değişti?” Başını eğdi ve saçlarını karıştırarak ellerini yüzüne koydu. “Hayır, hayır, fikrim falan değişmedi. Sadece hazır değilim.” Onu dikkatle dinledim. “Onun bu hainliğini duymaya hazır değilim… sonuçta bunca zaman hep birlikteydik, değil mi? Şimdi bir anda… sanki bütün her şeyimiz… anılarımız kaybolacakmış gibi hissediyorum. Böyle bir şey yapmış olabilir mi gerçekten?”

Derin bir iç çekmişti. Aidan haklıydı, böyle konuştuğunda gerçekten benimde hazır olmadığımı anladım. Arkama yaslandım, gözlüğümü saçlarıma ittirerek gözlerimi parmaklarıma ovaladım. Yorulmuştum, rahat bir uyku istiyordum. Endişeyle, korkuyla ve düşünceler ile uyumaktan doğru düzgün bir uyku çekemiyordum.

“Çocuklar…” Heather son dumanını üfledi ve izmaritini küllüğe bastırdı. Saçlarını geriye ittirerek yana attı. “…ikinizde şu an çok komiksiniz.” Gözlerimi ona diktim. “Nedenmiş o? En normal olan şey, insan duygularını gösterdiğimiz için mi?”

“Hayır… sanki Dünya’nın sonuymuş gibi davranmanız komik. Hayat böyledir, tamam mı? Birisine güvenirsiniz ve güveniniz kırılır. En yakınınızdaki kişi bile olsa…” Aidan ile göz göze geldiler, oğlan utanarak başını eğdi. “…alışmanız gerekir. Öyle ya da böyle, bir gün bu gerçekle yüzleşeceksiniz; önemli olan geç olmadığı. Belki bazı şeyleri engellemiş olursunuz.”

Başımı sallayarak onayladım. “Haklısın.” Aidan bunu söylediğinde neredeyse fısıldamıştı. “Doğru zamanı nasıl bulacaksın? Yani… sonuçta yedi yirmi dört onu takip etmeyeceksin, değil mi?”

“Çocuklardan birisi onu hiç olmadığı bir semtte görmüş… belki de o semte gitmem gerekiyor. Orada birisiyle buluşup gizlice bilgi sızdırıyor olabilir. Belki de sadece tesadüfen oradaydı…” Aidan başını sallayarak onayladı. Nicolas’ın son zamanlarda olan tavırları çok değişmişti, nedenini anlayamıyorduk. Sürekli bize baktıkça gözünü kaçırıyor, gergin bir şekilde avuçlarını kaşıyıp duruyordu. Belki kötü bir zaman geçiriyor olmalı diye düşünüyoruz ama bir türlüde bunlarla bağdaştırmadan edemiyoruz… “Hangi gün görmüşlerdi?” Aidan sorduğunda biraz düşündüm.

“Sanırım cumartesi günü olmalı.” Başını salladı. “O zaman cumartesi günü onu takip etmeliyiz. Belirli bir gün seçmiş olmalılar…”

“Evet, mantıklı.” Birkaç gün vardı, o güne kadar nasıl bekleyeceğimi bir türlü bilmiyordum. “Sizin her gününüz böyle mi geçiyor? Ne kadar yorucu ve stresli…” Güldüm. “Diyene bak, altı çocuğa birden bakıyorsun. Bence bizim günlerimizden daha yorucu.”

“En azından tatlı bir yorgunluk, o çocukları seviyorum.” Kara kedileri balkona çıktı ve benim bacağıma sürtünerek kucağıma atladı. Gülümseyerek başını sevmeye başladım. “Aşık bana~” Saat çok geç oluyordu, Heather da yorgundu. “Her neyse, kalkalım biz. Yorulmuşsun.” Başını sallayarak onayladı. Kediyi kucağımdan indirdiğimde koşarak peşimden geliyordu. “Eğer bir şey olursa ya da bir ihtiyacınız olursa beni ara.”

“Tamam, her seferinde söylüyorsun. Biliyorum zaten.” Botlarımı giydim, Aidan’ın da hazırlanmasını beklerken ayaklarımda ki kediyi sevmeye devam ettim. “Bu kadar yormayın kendinizi, birkaç gün uzaklaşın buralardan. Üzülüyorum bazen size.”

“Bizde öyle ama yapacak bir şey yok.” Sessiz kaldı, Aidan da sonunda hazırlandığında Heather ile sarıldılar. “Hoşçakal.” Vedalaştık ve evden çıktık. İkimizde suskunduk, aynı şeyleri düşünüyorduk. Aidan önümdeyken bana döndü ve hiçbir şey demeden alnını omzuma yasladı. Kolumu onun boynuna atarak ensesindeki saçlarını elimle karıştırdım. “Her şey yoluna girecek, merak etme. Tüm bunlar bittiğinde Vietnam’a gideriz.”

“Hmhm.” Mırıldanarak onayladığında derin bir iç çektim. Bu yaşına kadar acıyla büyümüş bir çocuğun hayatını bu kadar basit bir şekilde mahvettiğim için kendimden nefret ediyorum. Neden bir türlü mutlu olamıyor? Ona nasıl dünyaları verebilirim?

Asansör yine aniden durduğunda yerinden sıçradı. Bir türlü alışmamıştı. Her seferinde beni, ne olursa olsun korkması fena hâlde güldürüyordu. “Gülme artık! Ürkütücü! Bak ölümümüz bir gün bu asansör yüzünden olacak, o gün yine gülebilecek misin acaba?” Asansörden çıktık. “Hah, tabii ki gülerim. Neden gülmeyeyim?”

“Tsk, sen öyle zannet. Kim ölürken güler ki?”

“Ben gülerdim, sen gülmez misin?” Bana baktı. “Hayır tabii ki de, sanırım ağlardım.” Şaşırdım, gözlerim genişledi. Hava çok serinlemişti, sanki yağmur geliyordu. “Ağlar mıydın gerçekten?”

“Evet… ölmek istemiyorum… her ne kadar Wayne’ye ihanet ediyor gibi hissetsem bile yaşamak istiyorum…” Yutkundu ve başını yere eğdi. “Yaşamak için sebebim var.” Sebebi biliyordum ama bunu asla sesli bir şekilde kabullenmezdi. Gülümsedim. “Bazen öyle bir duygusallaşıyorsun ki çok şaşırıyorum, seni tanıyamıyorum. Çok garipsin Acker.” Bana bakarak kaskını başına geçirdi. “Uykum var, hemen gitmek istiyorum!” Başımı sallayarak onayladım ve bende onun gibi kaskımı takarak motora atladım.




user

Heather'ı seviyorum ya... Üçü otururken aklıma Wayne zamanları geldi:(

user

Theron üzümlü kekim....

Novebo discord sunucusu